10 Eylül 2012 Pazartesi

ÇOBANLIK VE YÖNETİŞİM

Pazar ekonomisinin ortaya çıkışından önce hâkim durumda olan monarşilerde kralların yönetim yetkilerini tanrıdan aldıklarına inanılılır, bu inanç onlara tarının yeryüzündeki vekilleri olarak hiçbir sınırlamaya tabi olmaksın ve erklerini kimseyle paylaşmaksızın yönetme gücü sağlardı. Yönettikleri alan, üzerinde yaşayanlarla birlikte onların mülkü kabul edilirdi. Ancak pazar ekonomisinin ihtiyaçları devlet otoritesinin sınırlandırılmasını ve denetlenebilir kılınmasını beraberinde getirmişti. Çünkü ticaret yapanların her şeyden önce can güvenliklerinden endişe etmeden gidebildikleri her yere giderek karlı alış -veriş imkanları aramaları, elde ettikleri kazançları mülkiyetlerine almaları ve kendi çıkarlarını yönetim kademesinde savunabilmeleri gerekiyordu. Bunun için yönetim yetkisinin kaynağı dinsel olmaktan çıkarak dünyevileştirildi, yaşam seyahat ve mülkiyet hakları devlet yönetiminin meşruiyet sınırını oluşturan,dokunulmaz ,devredilmez ve vazgeçilmez haklar olarak tanındı ve yönetim erki toplumsal grupların temsiline dayanan meclisler eliyle yapılmış yasalara göre kullanılmaya başlandı.
Pazar ekonomisinin yönetim yapılarında değişim yaratan evrimi günümüzdede sürüyor.  Monarşilerden sonra gelen modern yönetim düşüncesi yerini modern sonrası yönetim anlayışına bırakıyor.  Gelinen aşamada meclislerin toplumsal grupları temsil etmekte tek başına yeterli olmadığı gündeme getiriliyor. İstenen  engelliler,kadınlar, eşcinseller yoksullar gibi temsil edilemeyen kesimlerin sivil toplum örgütleri kanalı ile hak arayışına  geçebilmesi ve yerelden başlayan katılımcı bir yönetimin oluşması. Bu anlamda modern sonrası  moderni tümüyle dışlayan değil onu tamamlayan bir süreç olarak görülmeli . Oysa bizde anlaşılan biçimle modern sonrası modern öncesinin cemaat kültürünü sivil toplum ,  dinsel imtiyaz sahibi mürşitlerini de kanaat önderi olarak yeniden servis etmekten ibaret. Türkiye’nin modern sonrası yönetimi hayata geçirebilmesi önündeki büyük engel bu noktada göze çarpıyor.
Parti mitinglerinde başbakana yönelik olarak açılan “padişahım çok yaşa” pankartları, yerel düzeydeki bir parti yöneticisinin peygamber benzetmesi ve halifelik arzuları ile yönetilen dış politika anayasa ve meclisin yüzyılı aşkın süredir, Cumhuriyetin ise  doksan yıldır var olmasına rağmen hala tanrı adına yönetme geleneğinin aşılamadığını ve buna büyük bir özlem duyulduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle toplum hala modern yönetimi benimseyebilmiş değil. Bu noktada sorun bir kesiminin padişah ve halifeyle yönetilmeyi arzu ettiği,  yöneticilerin otoriterleştikçe halk nezdinde itibar kazanıp taktir gördüğü bir düzen ile modern sonrası toplumun sivil örgütlenmelere ağırlık veren  düzeninin ne oranda bağdaşabileceği sorunudur.Siyasi rakipleri eleştirirken kurulan “Üç koyunu güdemezler” cümlesi yönetim anlayışının çobanlığa indirgendiğini yönetilen kitleden bekleneninse bir koyun sürüsü gibi bilinçsizce İtaat etmek olduğunu gösterir. Hal bu ki  modern sonrası yönetim anlayışı bireyin sivil organizasyonlar yoluyla yönetime aktif biçimde katılımını öngörür,  birlikte yönetmek anlamındaki yönetişim kavramı öne çıkarır.Bu bakımdan çobanlık ve yönetişim bağdaşamaz
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder